Tıp ve Edebiyat
Hasan Erbay. Md, PhD, MBGPH.
Afyonkarahisar Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı.
Gündemin çok hızlı değiştiği bir ülkede, bugün yazdığınız herhangi bir yazının uzun erimli olmayacağının elbette farkındayım. Belki tam da bu nedenle, günümüzde değeri henüz bilinmeyen ve muhtemelen gelecekte öneminin daha çok fark edileceğini umduğum bir konudan, tıp ve edebiyat ilişkisinden bahsetmek istiyorum.
İnsanla ilgili uğraşların temelinde yer alan muhtemel nedenlerden biri “insanın iyiliği”dir. Buradaki “iyilik” kavramının hem fiziksel olarak “iyi olma” hali hem de ruhen “iyi hissetme” hali biçiminde tanımlamak olanaklıdır. Edebiyat ile tıbbı da; işte bu ikili çerçeveden ele almak mümkündür. Her ikisi de insana dair, insana ilişkin ve insan odaklı etkinliklerdir. Tıp, bu ilişkinin fiziksel boyutuna daha çok odaklanmışken edebiyat, bu ilişkinin içsel yönüyle daha çok ilgilidir. Her ikisi de söz söyleme ve sürece hakim olma yönünden konunun amatörlerine açık olsa da esas verimini konunun “profesyonelleri”nden almaktadır.
İçinden geçtiğimiz pandemi koşullarında, pek çok olgu gibi tıbba dair yaklaşımlar da dönüşüm geçirmektedir. Bu dönüşümün kaçınılmaz bir boyutu da tıp işlemlerinin ve süreçlerinin “insani” özelliklerinin eskiye nazaran daha çok gündeme geliyor olmasıdır. Batı’da “medical humanities” diye adlandırılan ancak Türkçedeki karşılığı henüz tam oturmamış bu yaklaşım, yakın biz zamanda muhtemelen ülkemizde de gündeme gelecektir. Daha çok tıp eğitimi çevrelerinin ilgisine mazhar olan bu konunun bir sonuç olarak etkisinin esas görüldüğü, sezildiği yer; sahadır, yani hekimlik mesleğinin icra edildiği alanlardır. Dolayısıyla, konunun daha görünür olması biraz zaman alacaktadır.
Başka pek çok farklı bileşeni olsa da bu alanın önemli unsurlarından biri, edebiyattır. Tıp ve edebiyat ilişkisi, gölgesini edebi eserlerde ve varlığını ise hekimlik uygulamalarında hissettiren bir ilişkidir. Öykü, roman ya da şiir; hangi türden olursa olsun bir edebi eser genellikle çelişkiler ve çatışmalar üzerine odaklanır. İşte bu odak alanlarından birisi de sağlık-hastalık süreçleridir. Türk edebiyatında olduğu gibi dünya edebiyatında da nice klasik eserin önemli bir unsuru, ana ya da yardımcı kahramanın hastalığıdır. Özellikle bazı hastalıklar (örneğin tüberküloz) tıp ve edebiyat ilişkisinin tipik örnekleri olarak görülebilir. Ölüm, hastalık ve şifa gibi tıbba ait konular, edebiyat dünyasının elinden klasik fiziki olgunun ötesine taşınmakta; insani bir hal, vicdani bir mesele ve üzerine anlatı kurulan bir ana konu halini almaktadır.
Bu anlatıyı renklendiren diğer bir unsur ise anlatıcının alandan, yani tıbbın içinden biri olmasıdır. Hekim ya da sağlıkçı bir yazarın kaleminden çıkmış bir edebi eserin tıp anlatısı, diğer yazarlara göre çok daha içten ve betimlemeleri çok daha gerçekçi olmaktadır. Bu da anlatıcının sahaya hakim olmasından kaynaklanmaktadır. Edebiyatın çeşitlilik yelpazesinde kendine özgü bir alan tanımlama çabasındaki tıp edebiyatı, işte bu çok yönlü hekim-yazarların kaleminden süzülen eserlerle zenginleşmektedir. Hem yazın dünyasına hem de tıp alanına hakim ve her iki alanın inceliklerinin, duyarlılıklarının farkında bir yazarın eseri, elbette ki farkını hemen hissettirecektir. Bu ortak nokta her ne kadar teorikte kusursuz gibi görünse de bu yazarları bekleyen ve onların başa çıkmak için çokça sabır göstermeleri gereken konu, popülerlik meselesidir. Zira günümüz edebiyat dünyası sağlam anlatı, nitelikli konu ve kimi etik kaygıları içeren eserlerden ziyade; başka bazı özellikleri önceleyen eserlerin popülerliğini desteklemeye meyillidir. Dolayısıyla, magazin boyutu yüksek bazı hekim-yazarları saymazsak, bu alanda geniş okur kitlesine ulaşmak her hekim-yazar için aşılması gereken en büyük engeldir.
Bir konunun bugün nasıl algılandığından ziyade; onun hak ettiği değer nedir, olması gereken yer neresidir gibi sorulara odaklanmak daha uygun bir tavır olacaktır. Tıp ve edebiyat ilişkisi de barındırdığı büyük potansiyel nedeniyle fark edilmeyi, üzerine çalışılmayı bekleyen bir alandır. Popüler kültürün yıkıcı üstünlüğünün hakim olduğu günümüzde, bu türden incelikli konuları ele almak biraz ütopik bir tavır gibi görülebilir. Ancak edebiyatın çeşitliliğe açık oluşu ve pandeminin yaşamlarımızda ve algılarımızda yarattığı dönüşüm; başka çeşit edebiyatların, başka tatlar içeren anlatıların ve profesyonelliğe dayalı mesleki-edebi ürünlerin dünyasına kapı aralayabilecek potansiyele sahiptir. Bu potansiyeli harekete geçirecek itici gücün ne zaman, ne şekilde ortaya çıkacağını ise elbette hiç kimse tahmin edemez. Kendi çapında iyi bir edebiyat okuru olma hevesindeki kişileri heyecanlandıran da işte bu, tam olarak ne zaman gerçekleşeceği belli olmayan dönüşüm ihtimalidir.