ÇEVRİMİÇİLEŞEN HAYATIM
Göksel Altınışık Ergur
Bundan üç yıl önce bana “bilişim hayatının merkezine, hem de aklına gelmeyecek alanlarda, yerleşecek” deselerdi, en iyi olasılıkla “Ben ve bilişim mi? Güldürmeyin beni” derdim. Türk Toraks Derneği için bülten ve internet sorumluluğu görevine aday olmaya karar verdiğimde Instagram ve Twitter hesaplarımı oluşturdum. Birer paylaşımdan sonra uzunca süre durdum. Hatta o ilk andaki hâlimi anımsıyorum: İlk paylaşım önemlidir; alelade bir şey olamaz diyerek bekleyip birden bire bu duygularımı içtenlikle yazarak ilk paylaşımı yapıverdim. Bu nasıl bir kendini bilmezlik diye düşünülmesin; Toraks Bülteni’nin editörü olmak, yazma tutkumu işim yayımcılık kısmını öğrenerek mutfağında yaşananlarla besleme hedefim işim iki parçalılığına gözümü körleştirmiş. Seçimi kazandığımda fark ettim ki hayallerimin çok uzağında bir sürü sorumluluk kucağıma konuvermiş. Yıldız Annem ’in yeri geldikçe kinayeyle kullandığı bir sözü varmış: Bir işin iyi yapılmasını istiyorsanız bilmeyene ya da bir tembele vereceksiniz; onu halletmenin en kolay yolunu o bulur. Bu sözü biraz değiştireceğim ve kendimle birlikte birçok arkadaşımda gözlemlediğimden hareketle, ‘sorumluluk duygusu hipertrofisi olana diyeceğim ben. Bilişim, internet, sosyal medya kavramlarından o denli uzak olunca bu görevi en iyi yerine getirmenin yolu, iyi olanları bulup görevi paylaşmaktı. Derneğin sosyal medya hesaplarındaki paylaşımları en çok ve etkili olan kişileri kısa süre takip edip onlara bir teklifle gittim: Sosyal medya ekibine katılmaları. Bu ekibi ilk kez ben kuruyordum. Birlikte çalışmaya başladık. İlkeleri belirlerken ben yönlendirdim (internet sorumlusu bendim ne de olsa ve dernek adına bu sorumluluğu taşıyordum). İçlerinden iki kişi öne çıktı ve işi bütünüyle üstlendi.
Baktım bilişim etkinlikleri yalnızca sosyal medyayı içermiyor. Hantallaşmış bir ana sayfa ve birbirinden bağımsız işleyen başka parçalarla hem hepsine hâkim olmayı hem üyelerle iletişimde etkili kullanmayı engelliyor. Konuyla ilgi düzeyim bağlamında bakınca, bunu fark etmem bile mucizeyken benim çözmem olasılık dışıydı. Her işi ona emek veren, liyakate göre seçilmiş kişiye vermek gerek. Ne bilmeyene ne de tembele… Konuya ilgisini fark ettiğim aramızdan genç bir arkadaşımla konuyu konuştum. Bütün internet ortamlarımızı tek bir sayfa altında toplamak, onun da işlevselliğini sağlamak, üstüne mobil uygulamalarını oluşturmakla ilgili ortak bir hayali paylaşmaya başladık. Derneğimizin ‘bilişim danışmanı’ oldu. Heyecan ve ilgi bir yere kadardı; uzmanlık hâlen gereklilikti. Biz de Galatasaray Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliğinden genç bir akademisyeni ‘bilişim danışmanımız’ olarak aramıza aldık. Bu kadarını ekibin oluşmasını his-fikir-karar-eylem silsilesinde aktarmak için anlattım. Gerisi uzun ve güzel bir hikâye… Yalnızca ara ‘son’u söyleyeyim: Hayalimizi, hatta yer yer daha fazlasını gerçekleştirdik; artık iki ayrı internet ekibi, her birinde onlarca kişi ile yürüyor. Ben pandemi koşullarında seçim yapılamadığından bitiremediğim görev süremi altı ay geçmişken o ekipteki varlığımın işlevinin bitmesi üzerine istifa ederek ayrıldım. Bülten sürecinde hem tarzımı oluşturup aktardığım dört bülten yayımladım hem de orada dizgiyi öğrenerek bu bilgimi, meslektaşlarımın yararlanabileceği COVID-19 e-kitapçıklarıyla taçlandırdım. Üstüne son öykü kitabımın dizgisini kendim yaparak bu ayrıcalığı ‘ilk çevrimiçi eşzamanlı kitap imza etkinliği’ ile edebiyat tarihine bir katkı sundum:(1).
Bundan dokuz ay önce bana “Bundan böyle hastalarınla internet üzerinden görüşeceksin, onlara hekimlik yaparken şimdiye dek yapageldiğinden farklı bir yöntem kullanacak, böylece yıllar içinde geliştirdiğin becerilerinin de katkısı ile hekimlik pratiğini dönüştüreceksin” deselerdi, en iyi olasılıkla “hiç olur mu öyle şey!” derdim. Pandeminin ‘normalleşme’ adı verilen döneminde ben ‘hastalar bütünüyle bitmeden geçilemez’ itirazımı yaparken bir çözüm alternatifi sunmam gerektiğini fark ettim. İtiraz ediyor, ama nasıl olması gerektiğine inanıyorsanız onun için adım atmıyorsanız ne itirazınızın bir anlamı ne çözüm için bir umut oluyor. Ben de hastalarıma çevrimiçi hizmet vermeye başladım. Bu sayede biriktirdiğim dikkate değer birikimimi, 30 yılımı verdiğim iyi hekimlik uygulamaları konusuna bir başka pencereden bakmak, yıllardır öncelediğim hastaya yaklaşımda onu ve gereksinimlerini önceleyen, biyolojik olanın yanında psikolojik ve sosyal açılardan da ele almayı hem uygulayan hem de öğrencilerine aktarmayı önemseyen bir hekim olarak bu noktaya gelişimi, buradan nereye gitmeyi hedeflediğimi meslektaşlarıma ve hastalara anlatmam gerektiğini düşünüyorum. Böylesi bir yola, bugünkü ve gelecekteki meslektaşlarımdan önce çıktığıma göre, yollarına ışık tutmak, el yordamından fazlasıyla kendi yollarını bulabilmeleri için kısa süre içinde de olsa biriktirdiğim deneyimleri aktarmak insanî sorumluluğumdur. Bu çağrıya da kulaklarımı tıkayamam; tıpkı bilişimin en uzaklarından bir yerlerden beni alıp dolambaçlı yollardan bu noktaya getiren görev çağrısına (Weberian anlamıyla ‘Beruf’) tıkamadığım gibi…
Pandemi hepimizi bambaşka sınavlardan geçiriyor. Bir yönüyle bakınca ceza gibi, diğer yandan armağan… Risk ve fırsat… Barikat ve mancınık… Hayatın diyalektik yansımaları; aynı anda, aynı yaşam kesitleri içinde… Mart ayında ilimizdeki ilk resmi tanıyı koyan kişiyim. Ülkemizde bir ya da iki hasta duyulmuştu; ama bir süredir Dünya’da olup bitenleri izliyor, bilimsel makalelerden hasta klinik tablolarını ve radyoloji bulguları başta olmak üzere laboratuvar bulgularını öğreniyordum. Şimdi bunu yazarken fark ettim; fizik inceleme bulguları hiçbir makalede ya da rehberde yer almıyordu. Oysa öğrencilerime Propödetik dersinde, Hipokrat zamanından beri kullanılan fizik muayenede en son 18.yy başlarında Leopold von Auenbrugger’in (2) perküsyon tekniğini kullanması (babasının şarap fıçılarının doluluğunu takip edişini gözlemleyerek farklı yoğunluktaki organların – içindeki hava ya da sıvı ağırlığına göre – çıkardıkları sesle ilintili olarak) ve 19.yy’da René Théophile Hyacinthe Laennec’in (3) steteskobun önce en ilkel formunu sonra da biraz daha gelişkin şeklini kullanarak solunum seslerini dinlemeyi eklemesiyle bugün kullandığımız solunum sistemi muayenesinin çerçevesinin oluştuğunu öğrencilerime anlatmaz mıydım? Fizik muayene bulgularını tek tek göstererek bize nasıl yardımcı olduğundan, hangi bulgulardan ayırıcı tanılara yönelik ipuçlarını nasıl topladığımızdan, solunum seslerinin oluş mekanizmalarından ve daha nelerden söz etmez miyim? Yine de her zaman vurguladığım konu, tıbbi öykü almanın (anamnez) daha da önemli olduğuydu. Hastamızla görüşmemizde elde ettiğimiz bilgilerin doğru tanı için neredeyse %50-60, fizik muayene bulgularının %20-30, laboratuvar sonuçlarının (radyoloji, solunum fonksiyon testi, kan vb. incelemeleri gibi) %20-30 kadar etkin olduğunu söyleyerek anlattıklarım açısından bir önem sıralaması yapmalarına çalışırdım. Elbette hastalıktan hastalığa bu oranda istisnalar olabileceğini, tıpta kesin sayılar vermenin yanılmaya yol açma olasılığını, tanı ve tedavi sürecinde göz önünde hastalığı değil hastayı bulundurmanın önemini de vurgulayarak yapardım bunu.
Dokuz aydır, nerdeyse istisnasız, çevrimiçi hasta-hekim görüşmesi yapıyorum (4). Hasta sayısı 600, görüşme sayısı bu durumda binlerce; çünkü sonuç görme, bulguları hasta-hasta yakınlarına açıklayarak onları tanının ve tedavinin katılımcısı yapma, kontroller (kim zaman günlük) de ayrı görüşmeler demek oluyor. Her hastama en az 20 dakika ayırarak randevu verdiğim için ‘iyi klinik uygulamaları’ bu mecraya da taşıyabiliyorum. Bunun mümkün olduğunu gelecek nesillere göstermek için uğraşıyorum. Eğer biz sahip çıkmazsak salgın koşullarıyla başlayıp daha birçok nedenle, hiçbiri olmasa zamanın ruhundaki dönüşüm nedeniyle bu sistem kullanılmak zorunda kalacak. İlkelerimize sahip çıkmak görevimiz ve gelecek nesiller için sorumluluğumuz. Tıbbi öyküden topladığım onlarca değerli ipucu, inspeksiyonun önemli bir kısmı dâhil görüşmelerim mesleğimi bu koşullar altında da ilkelerim doğrultusunda yapabilmemi ve insan-insana iletişimin sıcaklığını koruma uğraşım, mesleğime bir kez daha tutkuyla bağlanmamı, ettiğim yemini her koşulda aklımda tutmamı sağladı. İletişim bir bütün ve becerisini geliştirmek kişiye kalmış. Öğrencilerime her zaman söylediğim dediğim: İçinde iyi olmalı insan, işinden iyi olmalı insan ve bu ikisini de dışa yansıtabilmeli insan…
Bu bir başlangıç yazısı olsun. Sonrasında hayatımın çevrimiçileşen her bölümünden insan hikâyeleriyle örneklendirerek sürdüreyim. Özet olarak, bir gün bize dayatılanı çaresizce kabullenmek zorunda kalmamak için bütün bu gelişmeleri sorgulayarak gözlemek, bütüncül anlamda daha iyisini araştırmak, günün koşullarına uygun teknolojik gelişmeleri hayata geçirirken insanca ilkelerimize sahip çıkmaktan vazgeçmemek önemli diye düşünüyorum.
KAYNAKÇA
(1) https://youtu.be/_iJ4-uMDsSY
(2) https://en.wikipedia.org/wiki/Leopold_Auenbrugger